Napoli’yi görmeden ölme!
… “Vedi Napoli e poi muori! ”
Bu yıl IRC EMEA Bölgesel toplantımız (IRC Global Executive Search Partners) Mart ayının sonunda İtalya’nın eşsiz köşesi “Napoli” de gerçekleşti.
Roma ve Milano‘dan sonra İtalya’nın en büyük üçüncü şehri Napoli. Ayrıca İtalya tarihindeki 2 bin 800 yıllık geçmişi nedeniyle çok büyük öneme sahip.Tarih, sanat, kültür, mimari, müzik ve astronomi zenginliği ile İtalya’da hayati bir rol oynuyor. Ülkenin ekonomik gelişimi bakımdan, Roma, Milano ve Torino‘dan sonra en güçlü şehir… Pizzanın keşfedildiği, devlet-mafya çatışmasının en üst düzeyde yaşandığı, Vezüv yanardağının patlaması ile MS. 79’da, Pompei’de binlerce insanın taşa döndüğü yer Napoli…
Napoli’nin bir başka özelliği ise efsane aktrist Sophia Loren’in büyüdüğü ve bir dönem yaşadığı yer olması. Bir röportajı sırasında gazeteciye “Ben İtalyan değilim Napoliliyim, arada fark var” dediği de rivayet ediliyor. İtalyan kültürüne aşinalığınız varsa “Napolitan” olmanın farklı olduğunu gözlemlemeniz çok da uzun sürmüyor. Geleneklerine son derece bağlı yaşıyorlar, “eski”nin değeri burda görülür biçimde baskın, İngilizce bilen sayısı az ve görece geleneksel dokuyu korumuş, muhafazakar bir toplum.
Napoli benzersiz özelliklerine rağmen Türkiye’de popüler olmayan, merak edilmeyen bir şehir. Eşim ve ben geçen yıla kadar gitmeyi hiç düşünmemiştik. Ancak, 2016 yazında İtalyan iş ortağımın ısrarıyla ve onların eşliğinde o bölgeye bir seyahat planladık. Pişman da olmadık. Doğası, tarihi, kültürü, denizi, kıyıları bir tarafa, bugüne kadar tattığım en lezzetli İtalyan yemekleriyle bizim için her fırsatta gitmek isteyeceğimiz bir destinasyon haline geldi.
IRC EMEA olarak her yıl oylama yaparak toplantı yerimizi belirliyoruz Bu yıl listemizdeki opsiyonlar arasında Oslo, Napoli ve Viyana vardı. Açıkçası Napoli seçilince sevinmedim desem yalan olur. Toplantıyı organize eden kişi olarak bildiğim bir yer olması da bana güven verdi.
Temayı nasıl belirledik?
Uzun tartışmalar ve değerlendirmeler sonucunda toplantımızın temasını “Gelenek mi, İnovasyon mu?” olarak belirledik. Toplantının yapılacağı şehrin Napoli olması da temayı seçerken bize ayrıca ilham verdi.
Bu kadar hızlı değişimlerin gerçekleştiği bir ortamda sürekli yeniliklere nasıl adapte olacağımızı, teknoloji ile nasıl daha hızlı uyumlanabileğimizi, gelecekte iş dünyasını nelerin beklediğini tartışıp duruyoruz. Peki, “geçmiş” ten taşıdıklarımızı değerli kılan hiç bir şey yok muydu?
İtalyan girişimcilerin yer aldığı panel oturumlar, karşılıklı deneyimlerimizi aktardığımız oturumlar ve misafir konuşmacılarla iki gün boyunca düşündük, tartıştık, paylaştık, bol bol yedik ve aynı zamanda da eğlendik.
Toplantının en önemli çıktıları
Gelenek mi, inovasyon mu?
Toplantı sonunda, geleneksel olanı ve geçmiş tecrübelerimiz arasından değerli olanları korumamız ve sürdürmemiz gerektiğine karar verdik. Aynı zamanda da futuristik bakışa sahip olarak inovasyon ile yaratılacak değeri de gözardı etmemeliydik.
Çünkü her ikisini de uyumlu bir şekilde gerçekleştiren şirketler ayakta kalıyor, birini diğerine tercih edenler ise ne yazık ki kayboluyor.
Sadece geleceğe ve teknolojiye adaptasyona odaklanmak yerine geçmiş tecrübelerimizden, geleneksel olanın anlamlı yönlenlerinden faydalanmalıydık.
“Gelenek” her zaman kötü, “yenilik” ise her zaman iyi demek değil, her ikisinin de faydalı taraflarını biraraya getirebilen şirketler değer yaratabiliyorlar.
Son dönemde sadece teknoloji fikriyle kurulan start-up’ların yaşam eğrileri ne yazık ki çok kısa. Aynı şekilde yenilikçi bir vizyona sahip olmayan, teknolojiyi hayatlarına dahil etmeyen sadece alıştıkları geleneksel yöntemlerle hayatlarını sürdürmeye çalışan şirketler için de durum pek iç açıcı değil.
İşe alımda neler değişiyor?
Toplantımıza sevgili Ozan Dağdeviren misafir konuşmacı olarak katıldı. İşe alım ve insan kaynakları alanında hızlı bir değişim yaşandığını görüyoruz. Bu radikal değişime işe alım yapan şirketler ve İK ekipleri nasıl hazırlanabilir ve nasıl başarılı olabilir konusunda Ozan’dan son derece etkili bir sunum dinledik.
Rogers’ın “İnovasyon Eğrisi” üzerinde durduk ve nerde olmamız gerektiğini tartıştık.
Everett Rogers, 1931-2004 yılları arasında yaşamış, iletişim uzmanı, sosyolog, yazar ve eğitmen. Yeniliklerin kabulü veya değişime direnme davranışlarının kaynaklarını tanımak üzerinde geliştirdiği ”Yeniliğin Yayılması Teorisi” (Diffusion of Innovations Theory) oldukça yaygın bir kabul görmüş durumda.
Öncelikle, bu eğride, hangi noktada bulunduğumuzu tesbit edip, ardından bulunduğumuz yerden “bir adım sol”a gidebilmenin yollarını bulmamız gerektiğine karar verdik.
İK ekiplerinin yüzde 33’ü çözümlerinde yapay zekayı kullanmaya başladı ve yüzde 41’i ise İK uygulamaları için mobil aplikasyonlar geliştiriyorlar.
“2017 Deloitte Global Human Capital Trends” (Rewriting the rules for the digital age) raporunu tartıştık, İK’nın yeni sorumluluklarından bahsettik.
Raporun; hızla değişen teknoloji ortamında kurumların adaptasyonu açısından İK’nın kritik rolü ve konumu, yetenek seçiminde eski ve yeni kurallar, işe alımda “aday deneyiminin” önem kazanması ile ilgili bölümleri son derece ilgimizi çekti.
Peki ne yapacağız?
Toplantıda, geleceğe kendimizi nasıl hazırlayacağımız konusunda kendimize üç başlık belirledik:
1. Öncelikle çok iyi gözlem yapmalıyız, çevremizde neler oluyor neler değişiyor çok yakından takip etmeliyiz ki kendimizi ve şirketimizi uyumlayabilelim.
2. Küçük denemelerle kendimizi yeniliklere adapte etmeliyiz. Küçük adımların riski de küçük olacak.
3. İnovasyon eğrisinde en azından “erken uyumlanan” (early adapter) olabilmeliyiz. Bu hem kendimize hem de şirketimize rekabette önemli bir avantaj kazandıracak.
Geleneğin temsilcisi Napoli’de geleceğimizi konuştuk. Ondan aldığımız ilhamla 23 farklı ülke bu toplantıda hemfikir olduk. Toplantının özeti şuydu:
“Elbette yenilikçi olmalıyız, teknolojiye uyum sağlamalıyız. Ancak geçmiş tecrübelerimizi yok saymak yerine, değer yaratanları bugünle buluşturmalı ve onları teknoloji ile harmonize ederek koruyabilmenin yollarını aramalıyız.”
Başarının yeni tanımı da bu olsa gerek!
Leave a reply