BLOG

İşini Seçmek

Düşünüyorum da, ben lise öğrencisiyken kimse bana tutkunu bul, güçlü yanlarını keşfet, kendini tanı, sevdiğin işi yap filan demedi. Hatta bir yerlerden duyup da babama “insan sevdiği işi yapmalıymış” dediğimde, “yok öyle bir şey, vazife kutsaldır, iyi jokey her atla yarışabilir” derdi. Böylece saçını hem işte hem evde süpürge eden, iş dönüşü vazife kutsal sloganıyla doğrudan mutfağa yönelip, tayyör ile çorba karıştıran, “X” jenerasyonunun “vazifesine müdrik” (görevine sadık) bir üyesi olarak yaşadım.
İş hayatı deneyimim, gözlemlerim ve okuyup araştırdıklarımdan sonra, şimdi çocuklarımın önce kendilerini tanıyıp, güçlü yönlerini keşfedip, sevdikleri konulara odaklanmaya yönelik bir bilince sahip olmaları için kırk takla atıyorum. İşlerinden bahsederken gözleri tutkuyla parlasın; gelişsinler, geliştirsinler, önce kendilerine sonra ailelerine ve topluma faydalı olsunlar… Umarım buna göre bir yol çizerler kendilerine…

Fark yaratmak mı, şişkin bir cüzdan mı?

Herkes işini sevmeyi, iş tatmini duyarak çalışmayı ister, ancak bazen bu zor seçimleri beraberinde getirebilir. Hannah Seligson’ın New York Times’da yer alan, 13 Temmuz 2013 tarihli yazısını okudum. 24 yaşında, Claremont, McKenna Üniversitesi mezunu Brett Baltimore adında bir genç, Los Angeles merkezli bir yatırım fonu şirketinin altı sıfırlı bir yıllık maaş teklifini reddedip, geri ödemesi gereken 38 bin dolarlık eğitim kredisine rağmen, Detroit merkezli bir girişim sermayesi şirketinin yıllık 33 bin dolarlık maaş teklifini kabul etmiş.

New York Times, Brentt Baltimore’un Detroit, Cleveland, Las Vegas, Cincinnati ve New Orleans gibi cazibesini kaybeden şehirlerdeki yeni girişimlerde, değer katabilecekleri, anlamlı işlerde çalışmak için çok daha cazip maaşları elinin tersiyle çeviren küçük bir yeni mezun grubunu temsil ettiğini söylüyor. İflasın eşiğinde olan Detroit eyaleti, böyle düşünen girişimcileri cezbederek, yeni işlerin yaratılmasında ve geliştirilmesinde kullanabilir. Brentt Baltimore’un seçiminin ardında da burada gördüğü yeni fırsatlar yatıyor. Hatta kurduğu kar amacı gütmeyen kuruluş bünyesinde sekizinci sınıf öğrencilerine bedelsiz girişimcilik dersleri de veriyormuş.

Peter Drucker’ın yazdıkları ve yaptıkları, Baltimore’un bu davranışını onaylar niteliktedir, çünkü kendisi de benzer hatta belki daha riskli bir karar almıştı. 1930′ların ortalarında bir yatırım bankacısı olarak çalışıyordu ve işi güçlü yanlarıyla örtüşüyordu. Ancak, Drucker bu görevle kimseye bir katkı sağlayabildiğini düşünmüyordu; “insan”a daha çok değer verdiğini görüyor, hissediyor ve “mezarlıktaki en zengin adam” olmak ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Birikimi yoktu, dünyada ekonomik bunalım hakimdi, ufukta yeni iş teklifleri de yoktu ve Drucker istifa etti.

Değerlerine sahip çıkan ve onlara göre yaşayan bir insandı, Peter Drucker. Öte yandan, herkesin böyle bir kararın arkasında duramayabileceğinin de farkındaydı. 1992’dea George Washington Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada “bir demir çelik işçisi maaşının getirdiği güvenceyi ve ailesine ekmek götürebilmeyi tabii ki iş tatminine tercih edecektir” demiştir.

Bunun yanında Drucker “bilgi işçileri”nin giderek çalıştıkları kuruma bir değer ve anlam katmayı, toplumda bir fark yaratmayı şişkin bir cüzdana tercih etmeye başladıklarını gözlemlediğini de söyler.

“Kuruma bağlılık dolgun ücretlerle sağlanamaz” diye yazar. Drucker’ın öngördüğü gibi; 21. yüzyılın “bilgi işçileri” artık sadakatleri karşılığında, çalışacakları kurumdan

• bilgilerini şirkete değer olarak akıtıp fark yaratabilecekleri sıra dışı fırsatlar ve
• bu fırsatların çoğaldığı bir iklimin korunacağına dair kanıtlar talep ediyorlar.

Ya siz böyle bir işi, dolgun ücretli bir işe tercih etmiş miydiniz? Ya da tam tersi?
Sonuçları ne oldu? Kararınız hakkında bugün ne düşünüyor, hissediyorsunuz?

Tijen Tunaman – HumanGroup Certified Facilitator, Drucker Management Path

Leave a reply

Back to top